
Kanguru Hakkında Bilgi Ve Özellikleri
İlk kez bir kanguruyla karşılaşmanın nasıl bir şey olduğunu hayal gidelim. Bakın Kaptan Cook 1770 yılında ne demiş: “Rengi biraz fareye benziyor, boyutları ise tam olarak tazı kadar. Başta kurt ya da vahşi köpek sandım ama yürüyüşü ya da koşması kepçe kulaklı tavşana ya da geyiğe benziyordu, çünkü tıpkı onlar gibi sıçrıyordu.” Kangurulara artık o kadar alıştık ki onların diğer memelilerden ne kadar farklı olduklarını hemen unutuyoruz. Gözleri geyiginkine benzeyen zıplayan bir köpek. Burnu kepçe kulaklı tavşanın burnuna ayakları ise koşar farenin ayaklarına benziyor. Bu nasıl bir hayvan? Keseliler ya da “keseli hayvanlar” 120 milyon yıldır kendi yuvaların’ kendileri kazıyor, fakat büyük kangurular (kangurugiller ya da “koca ayak” olarak da bilinirler) görece daha yeni bir gelişmeye işaret eder. En eski fosil 15 milyon yaşında, yani Avustralya ormanlarının geri çekilmeye başladığı döneme ait.
O zamana kadar kanguruların ataları ormanların zıplamayan yaratıklarıydı. Hatta aralarında bir tane keskin dişli etobur bile vardı. Kangurular otlayan ve geviş getiren hayvanlara dönüşmüş, bizon ve antilopların keseli ailesindeki karşılıkları haline gelmişlerdir. Bedenleri, tıpkı plasentalı muadillerinde olduğu gibi, sert ve lifli besinlerle başa çıkabilecek bir sindirim sistemi taşıyabilmek için büyümüştür. Hem mideleri hem de bağırsakları bakteri ve enzimlerle dolu büyük sindirme kaplarına benzer ama ineklerin aksine sera gazı üretmez, asetat adlı bir çeşit karbon-hidrojen bileşiği salarlar ve bunu da enerji olarak tekrar kullanırlar. Aslında kangurunun bağırsak bakterisi gazsız inek üretmemizi sağlayarak dünyayı kurtarmaya yardımcı olabilir. Sıcak ve kuru ortamda hayatta kalmanın yolu enerjiyi koruyabilmekten geçer.
Zıplamak sadece hız açısından avantajlı değildir aynı zamanda diğer hareket tarzlarına göre daha az enerji harcanmasını Sağlar. Kangurular gündüz sıcağından korunmak için geceleri beslenirler, bu yüzden kocaman gözleri vardır. Gündüzlerini de gölgede yatarak ve serinlemek için ön ayaklarını emerek geçirirler. Takdire şayan üreme sistemlerinin bile bu denklemde bir yeri vardır. Kangurular kısa hamilelik dönemleriyle ünlüdür. Küçük peltemsi yavru cenin daha bir aylıkken anasının kesesine geçiverir. Ancak, bir dişi kangurunun kendi embriyolarını yumurtalıklarından birinde aylarca saklayabileceği pek bilinmez. Böylece ana, ölen bir yavrunun yerine hemen bir yenisini koyabilir, ayrıca doğumun kuraklık zamanına gelmesini engelleyebilir ve böylece hem enerji hem de su tasarrufu yapmış olur. Bu durum keseli üremenin diğer plasentalı memelilere göre “daha az gelişkin” bir üreme sistemi olduğu fikrini doğrulamıyor. Küçük cenin az gelişmiş olabilir ama anasının meme başını koklayacak kadar iş gören burun delikleri ve üç dakikadan az süre içinde oraya varacak kadar güçlü iki tane ön ayak gibi ihtiyacı olan her şeye sahiptir. (Sırası gelmişken söyleyelim: bu durum bize, neden keselilerin asla balina ya da yunuslar gibi denizde yaşayan türler eliştirmediğini gösteriyor. Çok basit, yakalayıp tutabilen kollar yoksa bebek de yoktur.)
Kesede güvende olan yavru, anasına sıkıca tutumu ama emmek için çok zayıftır. Kontrol meme ucundaki kaslardadır ve yeterli miktarda zengin sütü tam olarak yavrunun ağzına fışkırtır. Ana keseyi temizler, boşa giden sütü yalar ve böylece kendi ürettiği sütü üçüncü kez kullanır. Tamamen büyüyen yavru yeni bir kardeşe yer açması için yaklaşık sekiz ay sonra keseden dışarı atılsa da daha aylar boyunca anasının memesini emmeye devam eder. Atık konusunda oldukça dikkatli olan ana kangurunun meme bezleri, tam yağlı ve yağsız sütü aynı anda üretebilir.
Kangurunun üreme organları sıra dışıdır. Erkek kangurunun testisleri penisinin üzerinden sarkarken, dişi kangurunun üç tane vajinası vardır. Bu aslında gayet mantıklıdır. Bir tanesi doğurmak için, diğer ikisi seks için: Spermi iki rahme taşırlar.